– Sayın Generalim, müsait misiniz? Size bir iki sorum olacaktı. Türkiye’de, sizin de bildiğiniz D-8 Teşkilatı, D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı var. Size bu Teşkilat ile ilgili iki sorum olacaktı, eğer yorumunuzu paylaşırsanız size çok müteşekkir olacağım.
Rusya’da Putin ekolünün öncü isimlerinin başında geliyorsunuz. Küresel emperyalizminin durdurulabilmesi için dünyayı yeniden yapılandırma misyonu gereği yeni bir kutup oluşturmanın gerekliliği konusundaki görüşlerinizle dünya gündemine gelmiştiniz. Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS’in kuruluşlarında öncü rol üstlendiniz. Bu bağlamda Türkiye’nin önderliğinde kurulmuş olan D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın gelecekteki rolünü D-8’in altı temel ilkesi bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Savaş değil, barış
• Çatışma değil, diyalog
• Çifte standart değil, adalet • Üstünlük değil, eşitlik
• Sömürü değil, işbirliği
• Baskı ve tahakküm değil, insan hakları, hürriyet ve demokrasi
– İlkeler oldukça güzel. Fakat burada ben bir liderin bu gibi önemli bir birliğin başlatıcısı olabileceğini, ön ayak olabileceğini ancak D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na değişik ülkeler girmiş olduğunu ve bu küresel teşkilatta üye ülkelerden oluşan kolektif bir yönetim anlayışının olması gerektiğini düşünüyorum. Bu şekilde sağlam bir zemin oluşturan D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın altı temel ilkesinden her birinin ne şekilde karara bağlanacağı, ne şekilde geliştirileceği ve ne şekilde hayata geçirileceği ile ilgili oldukça net bir program konseptinin ortaya konulması gerekmektedir. Çünkü Hitler’in ilkeleri de bazı noktalarda iyi, güzel ve cazip idi, fakat Almanya bu ilkelerle ilgili kendi anlayışını zorla benimsetmeye başladığında, bu ilkelerin neye dönüştüğünü geçmişte hep birlikte gördük. Aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri’ne de bakmak gerek. Onlar da diğer ülkelere demokrasi, eşitlik, özgürlük, karşılıklı yardımlaşma götürmek üzere yola çıkıyorlar fakat işin aslına baktığımızda ülkelerin ekonomilerini, kültürlerini, değerler sistemlerini ele geçirmekte ve bu ülkelere zorla kendi isteklerini benimsetmektedirler.
ABD, büyük ölçüde kendi refahını ve Washington’un yörüngesinde kalmaya istekli ülkeleri, dolar üzerinden tahakküm altına almayı yeğlemektedir. SSCB’nin çöküşünden bu yana, dolar hâkimiyetine karşı gelen ülkeler her zaman için ağır baskı ve yıkıcı saldırılar altında kaldılar. Petrol ticareti de dâhil olmak üzere Irak ekonomisinin tüm alanlarında dolar dolaşımını yasaklayan Saddam Hüseyin, iktidardan düşürülüp idam edildi ve ülkesi harabeye döndü. Keza Albay Muammer Kaddafi, Libya’nın petrol ve doğal gaz satışını dolar yerine altına endeksli Arap para birimlerine göre düzenlemeye başladı ve bunun sonucu olarak Libya’ya yönelik hava saldırıları başladı ve devrildi. ABD, İran’a yönelik benzer adımları atmaya büyük çaba gösterdi. Fakat şimdiye kadar başarı elde edemedi.
ABD’nin desteğiyle, Rothschilds ve Rockefellers tarafından oluşturulan küresel finans imparatorlukları, savunmasız ve zayıf ekonomileri borçlandırma ve finansal kriz yöntemleriyle etki altına almaktadırlar. Örneğin BRICS ülkeleri, hidrokarbon yakıtları, gıda, içilebilir su ve elektrik bakımından sadece ABD ve AB’nin sömürgecilik anlayışının önüne geçebilmek amacıyla ekonomilerini ayakta tutabilmek için değil, aynı zamanda güçlü ekonomik büyümeyi sürdürebilmek için de yeterli doğal kaynaklara sahiptirler. BRICS ülkeleri kendi araların- daki finansal işlemlerde ABD’den ve genel olarak Batı’dan bağımsız olarak kendi ulusal para birimlerine geçiş konusundaki yaklaşımları D-8 ülkeleri için de örnek oluşturabilir.
Bu yüzden benin fikrime göre, özellikle de günümüzde Dünya siyasetinde ve Dünya uygarlıkları arasında kendi yerini bulma arayışında olan İslam dünyası için, şu an sadece ilkeleri açıklamakla kalmayıp, bilimsel temele dayanarak D-8’i oluşturan ana fikir (conseption) ve buna uygun kapsamlı ve uygulanabilir programlar üzerinde çalışılmalar ya- pılması gerektiğini düşünüyorum.
Ayrıca D-8 amacının gerçek anlamda hayata geçirilebilmesini sağlayacak olan, yani bu programları tüm üye ülkelerin ortak çıkarlarına uygunluk prensibi üzerinden faaliyete geçirme yönünde hareket edebilecek olan ve ana ilkelerden sapmaların önünü alabilmek için D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın faaliyetlerini denetleyen üye ülkelerden oluşan kolektif bir organ olmalı diye düşünüyorum. Bu gibi bir yapılanma tüm üye ülkelere eşit mesafeli olacağından böyle bir organ herkes için yapıcı ve etkili olacaktır. Eğer ki, bu yapı sadece tek taraflı olarak yönetecekse, korkarım ki ilk önce yöneten taraf olan ülkenin çıkarları muhafaza edilecektir, işte buna müsaade edilmemelidir. Bu nedenle tüm ülkelerin belirli yararları olmalı ve kabul edilemez zarar ve kayıpları önlenmelidir.
– Yakın zamanda D-8 Ülkeleri, Bangladeş’in Dakka Zirvesinde çok önemli kararlara imza attılar ve D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın daha aktif olabilmesi için on yıllık bir ol haritası kabul edildi. Sizce D-8Teşkilatı’nın küresel ölçekte gelişme ve başarılı olabilme şansı var mıdır?
– Tabi ki küresel yönetişimde başarılı olma şansı olabilir, fakat benim yukarıda bahsetmiş olduğum prensiplere uyulması durumunda bu başarı mümkün olabilir. Gördüğüm kadarıyla D-8 Teşkilatı’nda adalete vurgu yapılıyor, adalet üzerinde durulması gereken önemli bir konu olup, herkes için adaletin varlığı çok ciddi bir çalışma gerektirir. Bir başka ifadeyle, adalet mefhumuna nasıl uyulacağı konusunda sadece kavramsal açıdan değil, kuramsal açıdan da bakmak gerek. İran İslam Cumhuriyeti’nin Kum kentinde Adalet Enstitüsünün olduğunu biliyorum, fakat bu kurumun D-8 Teşkilatı kapsamında bilimsel bir kurum olarak yer alıp almadığını bilemiyorum. Bu nedenle burada, bir kez daha ifade etmek isterim ki, bu küresel birliği oluşturan bütün D-8 ülkelerinin kolektif bir anlayışla kabul gören tüm programların hayata geçirilebilmesi konusunda kendi öz çıkar ve denetim yetkilerinin ol- ması gerekir. Türkiye’de eski başbakanlardan Prof.Dr. Necmettin Erbakan’ın çabalarıyla D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşunda Türkiye önderlik görevini ifa etti fakat bundan böyle D-8 Teşkilatı’nın devamı ve başarısı açısından kolektif bir yönetim anlayışıyla hareket etmek durumundadır.